Plaza hayatı, istifa ve çıkış arayışı

Sosyal medyada birkaç gün önce rastladığım bir paylaşım, yakın çevremde oldukça tartışıldı ve ilgi gördü. Ekşi Sözlük`ün "patlicangil" rumuzlu yazarının, iş hayatı ve eğitim üzerine yazdıkları [1], daha sonra Fraksiyon`da yayımlandı [2]. Eski bir plaza çalışanı olarak, gördüğüm her yerde tanırım o fikirleri ve hisleri. Bu kez okumakla yetinmek istemedim, hemen 2 yıl öncesine dönüp hafızamı ve arşivi yokladım; yaşadıklarımdan bir şeyler aktarabileyim diye.

İstifa mesajımı banka personeli ile paylaştığım günlerdi. Şairin deyimiyle bu "incecik bir veda havası"dır diye başlayan tek satırlık bir e-posta ve ayrılık mektubu hazırlamıştım. Dilerseniz önce o satırların bir kısmını okuyalım. Ardından, çalışma arkadaşlarımın ilettiği kimi geri dönüşlere ilişkin gözlemlerimi aktaracağım.

"İyi bir eğitim ve iş sürecini takiben, akıllı bir evlilik yapılmalı, sonra da kariyer basamakları çıkılmalıydı. Düşük faizli bir kredi çekilmeli; ev ve araba sahibi olunmalıydı. Yılda bir veya iki defa tatile gidilmeli, mutlu emeklilik düşleri kurularak, o günler geldiğinde torunlar sevilmeliydi. Yaşama elveda denildiğinde de, yeryüzündeki sorumlulukları yerine getirmiş olmanın huzuru okunmalıydı yorgun gözlerde.

Eh, kuşkusuz ki hepsi uygulanabilir hedefler ve planlar, bunun örneklerini sıkça görebiliriz. Belki bir kısmını ben de yaparım, bilinmez; ama canımı sıkan bir şeyler var. Değil mi ki mevcut toplum, bizden istenenlerle bizim isteklerimizin savaşlarına sahne oluyor her gün ve mütemadiyen üzüntüyle kabulleniyoruz görevleri; canım nasıl sıkılmasın? Üstelik tutkularım (…) artık "sıkılmış bir yumruk gibi giriyoruz hayata" diyecek noktaya getirmişse beni; vazifeler, gerçekçilik ve mantık perdeleri arkasına saklanmış hediye paketleri dışında kaybedilecek tek bir şey bile kalmamışsa, "yolcudur Abbas, bağlasan durmaz."

Hızlı yaşıyorsun ve alışkanlıklar, kabullenilmiş yargılar ile kararlar alıyorsun. Sakin bir yaz akşamı, şöyle şirin bir kasabada düşünürken -ki pek yap(a)mıyorsun bunu- eminim seni sarmış olan ağların, üzerindeki gücüne şaşırıyorsundur. Zihnin, neden ve niçinli pek çok soru üretiyor böyle anlarda; ve sen bir an önce kovmaya çalışıyorsun tüm bunları. Çünkü doğru cevapları verdikçe, nice anlamsız teslimiyetler içerisinde bulunduğunu fark edeceğini biliyorsun. Anlama ve kavrama sürecin derinleştikçe, mevcut bireysel ve toplumsal sıkıntılarının kaynağı ortaya çıkıyor; aşılması gerekenin kapitalist çalışma düzeni ve ücretli emek sistemi olduğunu görüyorsun. Ahtapotun kolları arasındasın ve hareket edemiyorsun, bir yanın sana, mücadeleyi fısıldasa da.

Biraz analiz yapalım beraberce. Doğanın bir parçası ve ürünü olan insan; emek kullanımı, alet yapımı, beyin-dil-bilinç gelişimi gibi faktörlerle beraber kendine ve çevresine müdahalede bulunmaya başladı. Madenleri işlemeyi, tarımı ve hayvancılığı öğrendi; farklı sosyo-ekonomik formasyonlar altından geçerek bugünün kapitalist toplumuna, büyük sanayi ve yüksek teknolojiye ulaştı. Her üretim biçimiyle beraber yeni bir dağıtım-bölüşüm yapısı işlemeye devam etti ve buna bağlı olarak çalışma düzeni/programı değişti. Fabrikalar ve devasa toplumsal üretim, kapitalizmin iktisadi zaferini kesinleştirdi. Taylorizm/Fordizm/esnek üretim aracılığıyla çalışma hayatı en ince ayrıntılarına kadar programlanır oldu. "9-6 yollarında, bir zincir boğazımda" diyecek nefesi bile kalmadı insanların, her gün daha fazla üretim ve tüketim hedefiyle bir yarışa koşuldu her biri. Sorunun eksik tüketim değil de, aşırı üretim olduğu saptandı ustalar tarafından ve bu temelde gerçekleşen krizler girdabına sokuldu yaşamlar. Sonuç, kişinin kendine yabancılaşmasıydı. Yaşamak için işgücünü satma zorunluluğu ve “ücretli kölelik”, bireyi, potansiyelleri doğrultusunda kendini gerçekleştirmekten uzaklaştırıp, günün kriterlerine ayak uydurmaya zorladı. "Tembellik hakkı" yitirildi, uykular azaldı, sinirler gerildi gündelik yaşamda. Koşar adım geçilen meydanlarda, 8 saatlik işgünü için hayatını vermiş olanların kan izleri görülmedi bile. Yabancı bir dil, o dilde şiir okumanın tadına varabilmekte değil, daha "iyi" bir iş bulabilmekte; bilgisayar teknolojisi, çalışma saatlerinin azaltılması ve mekanik işlerin otomasyonunda değil, kitlelerin denetiminde; robotlar, çöp toplanması gibi, insanların artık uzak durması gereken alanlarda değil, savaş yöntemlerinin çeşitlendirilmesinde kullanıldı. Rahatlıkla uzatılabilir bu örnekler. Sonuç olarak kullanım-değerinin önüne değişim-değeri geçti ve hemen her şeyin özü, "serbest pazar"a kurban edildi."

"Sen, sevgili okuyucu! Bil ki, bu döngüden çıkılması tarihsel bir zorunluluktur. Özümüz ve sözümüz bir, sözlerimiz tarihsel gerçeklerle ve olgularla doludur. Üretici güçlerin ve doğa bilimlerinin gelişmişlik seviyesi, daha yüz yılı aşkın bir zaman öncesinde (…) 'herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinmesine göre' toplumunun zeminini hazırlamıştı. O toplumdur ki, seni, unutmaya yüz tuttuğun insancıllığınla tekrar buluşturacak; içerisinde takılı kaldığın ağlardan çekip alacaktır. Ben yola çıkıyorum, seni de bu büyük yürüyüşte görmek isterim.

Yeryüzü, insanlık ve kendim için; giderim, gitmeliyim…"

İstifa mektubumu çalışanlarla paylaşır paylaşmaz ne mi oldu? E-posta kutuma mesajlar yağmaya başladı, hepsi hesabımda kayıtlıdır. Aradan geçen zaman zarfında dönüp dönüp tekrar okumuştum, üzülerek. Bugün kat sayısı çift haneli sayılarla ifade edilen mekânlarda, insanlar öncelikle hayallerinden vazgeçerek yaşıyorlar. Çocukken kurulan düşler, yaşamın acımasızlığı karşısında yenileli çok oldu. "İnadına kavga"yı tercih edip makas değiştirmem, bir yandan insanları mutlu ediyordu; çünkü hiç olmazsa birileri, umudun bayrağını yere düşürmemek için çırpınıyordu. Kendilerinin bir türlü kurtulamadığı ağlardan, kendileri gibi olan bir başkasının sıyrılmasına seviniyorlardı. Öte taraftan bir an önce gözden uzaklaşmamı arzulayanlar vardı. Bir şekilde yüzdükleri suya alışmış, onun kirliliğini ve bulanıklığını ispatlayacak herhangi bir harekete tahammül edemez olmuşlardı. Hem sözlerime hak verip hem de çaresizce hayatını kabullenenleri gördüm. Kimisi kendisine cesaret verdiğimi ve mutlaka adım atacağını söylerken, kimisi ön kapıdan çıkıp arka kapıdan girmekten başka bir yol göremediğini kabullenmişti.

Elbette buradaki esas mesele, bir şirketten ayrılıp bir devlet dairesinde çalışmak veya x kadar değil de 2x kadar maaş almak, vb. değildir. Bir dağ köyüne yerleşmek ya da yurt dışına çıkmakla kurtulacağımızı sanıyorsak, yine yanılırız. "patlicangil" notunun sonunda, "merhaba, intihar edelim mi?" diye sormuş, Fraksiyon ise yazıyı yayımlarken bir açıklama eklemişti: "Merhaba, intihar etmeyelim diyoruz!" Her ne kadar kimi Romalılar, imparatorluğu protesto etmek için, Marx'ın yorumuna hak verircesine intihar etmişlerse de, biz intihar etmeyelim dostlar. Jack London`ın roman kahramanları arasında, intihar eden Martin`i anlıyoruz; ama biz, kavgayı seçen Ernst`in yolunu izleyelim. "Ücretli kölelik" düzeni devam ettikçe insanlığımız bizden uzaklaşacak, sırayla kapitalizmin kara deliklerinde yok olacağız. Buna itirazı olanlar ise, gecikmeden yola çıkmalı ve zaten yolda olanlara katılmalıdır; evren, yeryüzü, insanlık ve kendileri için…

Murat Naroğlu

[1] https://eksisozluk.com/entry/38817812
[2] http://fraksiyon.org/merhaba-intihar-edelim-mi/