Kapitalizmin Krizine Bir Yanıt: Neoliberal Politikalar

Dosya Konusu

Giriş

Günümüzde yaşanan iktisadi, siyasal, toplumsal ve mekânsal süreçleri anlamak için kapitalizmin gelişim seyrine bakmak anlamlı olacaktır. Yapılacak değerlendirmenin geçerli olması için kullandığınız kavramlar dizisini iyi seçmeniz gerekmektedir. Seçtiğimiz kavramlar dizisi dünyayı nasıl kavradığımızı açıklamakta bize son derece kolaylık sağlayacaktır.

Bu yazı kapsamında öncelikli olarak kapitalizmin genel işleyişi üzerine kısa değerlendirmeler yapılacaktır. Kapitalizmin tarihsel süreç içerisindeki gelişimi sınıflar arasındaki karmaşıklığı daha da basitleştirerek “iki büyük sınıf” tezini daha net bir şekilde ortaya koymuştur (Marx ve Engels, 2007, s.47). Yazı kapsamında kapitalist sistemin içine düştüğü “akıl dışı” engellerden “kurtulmasının” emekçiler üzerindeki etkileri tartışılacaktır. Bu kapsamda hazırlanacak bir yazı dizisinin ana çerçevesini bu metin oluşturacaktır. Tarihsel süreç içinde yaşanan ilerlemeler “zikzaklarla ve sıçramalarla” doludur. Bu kırılma noktalarına daha büyük bir pencereden baktığımızda kapitalizmin bu dönemlerde “biçim” değişikliğine gittiği görülecektir. Tam da bu noktada bu yazının ikinci ana başlığı olan neoliberal politikaların maddi zeminleri ortaya konulacaktır. Neoliberal politikalar kapitalizmin içine düştüğü bunalımdan “kurtulmak” amacıyla uygulamaya koyulmuştur. Kapitalist sistem yeni dönemde eskinin yerine yeniyi koymakla yükümlüdür, böylece sistem yük olarak düşündüğü her şeyi yaptığı biçim değişikliği sayesinde yeniden düzenleyerek krizin nasıl “aşıldığı” anlatılacaktır. Kapitalist sistem yeryüzünde var oldukça değişmeyecek olan tek şeyin sermaye birikiminin devamlılığını olduğunu unutmadan konuyu ele almak gerekiyor.

Kapitalizm Evriliyor

Kapitalizmin tarihi boyunca sermaye birikimi önündeki engellerin ortadan kaldırılması, büyüme dinamiğinin yükseltilmesi yönünde eğilimi hep var olmuştur (Harvey, 2012, s.52). Sermaye sahibi açısından her zaman için önemli olan ne kadar ürettiğinden çok ne kadar kâr elde ettiğidir. Kapitalist sistemde sermaye birikiminin varlığı canlı emeğin(işçinin) sömürülmesine bağlıdır. Sömürü ilişkisinden kast ettiğimiz bir bütün olarak üretim süreci sonrasında elde edilen değerlerin kapitalist ile işçi arasındaki paylaşımıdır. İşçiye emek gücünün karşılığı verilen kısım gerekli emeği (emek gücünün kendisini yeniden üretmesini sağlayacak ücret, maaş vb.), kapitalistin aldığı kısım ise karşılığı ödenmeyen emektir (artı değer) (kapitalist bir sistemde işçi hiç bir zaman emeğinin karşılığını almaz, aldığı şey emek gücünün değeridir)Gerekli emek ile karşılığı ödenmeyen emeğin birbirine oranları işçinin kapitalist tarafından ne kadar sömürüldüğü sorusunun cevabını vermektedir. Kapitalist sömürü ilişkisi farklı biçimlerde sağlanabilir. İş gününün uzatılması, emeğin yoğunlaştırılması, bilimsel ve teknik gelişmeye bağlı olarak emek üretkenliğinin artırılması vb. uygulamalar sermayenin daha hızlı bir şekilde büyümesini, emekçilerin ise daha fazla sömürülmesini sağlayarak sınıfsal eşitsizliklerin daha görünür hale gelmesini sağlamaktadır1.

Kapitalist sistemin hareket yasalarını inceleyen Karl Marx yaptığı çalışmaların büyük bir kısmında sermayenin sınırlara boyun eğmeyeceğini farklı şekillerde ifade etmektedir. “Her sınır aşılması gereken bir engel gibi görünür”, “Düşen kar oranları nedeniyle rekabet savaşımı başlar ve sermayenin üretimi de aynı koşullardan doğar”2 (Harvey, 2012, s.57). Sermaye dönemsel ihtiyaçlarına bağlı olarak biçim değişiklikleri yaparak yeni pazar alanları oluşturabilmektedir. Yaşanan değişim ve dönüşümler toplumsal koşulların dur durak bilmeksizin sarsılmasına bitmek bilmeyen belirsizlik ve hareketlilik durumuna yol açtığı görülmektedir. Tarihsel bir süreç içerisinde bu dinamikler değerlendirildiğinde sınıf mücadelesinin yükseldiği noktalarda sermayenin geri adımlar attığı görülmektedir (Marx ve Engels, 2007, s.50).

Kapitalist üretim tarzının toplumsal yaşamda varlık gösterebilmesi temel olarak işçinin emeğine ekonomi zor yöntemle el koymasıyla mümkündür. Bu el koyma işlemi sayesinde kapitalizmin yüzü her zaman büyümeye yöneliktir. Kapitalist sistemde sermaye birikiminin devamlılığı kâr oranların yüksek olmasını gerektirir. Kapitalist üretim biçiminden kaynaklı ortaya çıkacak toplumsal, siyasal, politik, jeopolitik ve ekolojik sonuçlar her ne olursa olsun asıl önemli olan sermayenin büyümesidir. Büyümeye engel olacak her türlü engel “akıl dışı” olarak adlandırılır, ortadan kaldırılması için her yol mübahtır (Akıl dışı engellere örnek vermek gerekirse; işçi sınıfının örgütlü gücü, yasa, mevzuat, yönetmelikler, kurum ve kuruluşlar vb). Kapitalizm için büyüme her zaman iyi bir durumdur (Bourdie 1998’den aktaran: Yeldan, 2002; Harvey, 2010, s.199).

Kapitalist sistemde büyümenin gerçekleşmesi, canlı emeğin üretim sürecinde daha fazla sömürülmesine dayanır. Burada dikkat edilmesi gereken temel nokta işçinin aldığı ücret değildir. Asıl önemli olan üretim sürecinde işçinin yarattığı değerden aldığı paydır. Kapitalist sistem geliştikçe emek gücünün yeniden üretimi için gerekli olan emek miktarı azalacaktır. Örneğin işçi daha önce kendisi için 6 saat (gerekli emek), kapitalist için 4 saat (karşılığı ödenmeyen emek-artı değer) çalışırken, kapitalizmin gelişmesiyle işçi kendisi için 4 saat, kapitalist için 6 saat çalışmaya başlayacaktır. Kapitalist sistem üretim araçlarında devrim yaptığı sürece sömürü artacaktır. Emek ve sermayenin hiçbir zaman uzlaşamayacağı gerçeği burada net olarak ortaya çıkmaktadır. Kapitalist daha fazla değer elde etmek dürtüsüyle işçiler üzerinde oluşturduğu denetim mekanizması sayesinde üretimin artması ve oluşabilecek sınıf mücadelesinin kırılmasını sağlamaktadır. Emeğin etkin bir şekilde kullanılması sayesinde kapitalist her geçen gün işçi üzerindeki baskısını artırmaktadır (Harvey, 2012, s.205; Marx, 2012 s.197-217-230-323-369-390).

Kapitalist üretim biçimi teknolojik ve organizasyonel bakımından zorunlu olarak dinamiktir. Rekabet ve büyüme hırsından kaynaklı kapitalistler kendi içinde sürekli bir kavga hâlindedirler. İşçiler üzerinde denetimin artırılarak emeğin daha yoğun çalıştırılması ve bilimin/ teknolojinin etkin bir şekilde kullanılarak emek üretkenliğinin artırılması çalışan sınıflar üzerindeki artı değer sömürüsünü arttırırken sermayenin de daha hızlı bir şekilde büyümesini sağlamaktadır. Sermaye birikiminin devamlılığı için her zaman teknoloji ve bilimde ilerlemeye ihtiyaç vardır. Yaşanan köklü değişimler toplumsal iş bölümünde köklü değişimlere yol açmaktadır (Harvey, 2010, s.205-206; Marx, 2012, s.369).

Kapitalist Sınıf İktidarının Yeniden İnşası-Neoliberal Politikalar

1929 yılında kapitalist sistemin yaşadığı “Büyük Bunalım” özellikle gelişmiş kapitalist ülkeler arasında rekabetin kızışmasına ve sonuç olarak ikinci paylaşım savaşının yaşanmasına neden olmuştur. Yaşanan kriz ortamından kurtulmak, sermayenin büyüyeceği yeni pazar arayışları ikinci paylaşım savaşının patlak vermesinde etkili oldu. Savaşın sonunda milyonlarca insan hayatını kaybetmiş, kentler yerle bir edilmiştir. Tüm bunlar kapitalist sistemin yeni pazar arayışlarının sonucuydu. Savaş sonrası ABD, başta İngiltere olmak üzere dünyanın diğer bütün ülkelerine karşı gücünü ilan etmiş oldu. Sovyet iktidarı ikinci paylaşım savaşı sırasında büyük zararlar görmesine rağmen ezilen insanlığın umut kaynağı olmaya devam etmiştir. İkinci paylaşım savaşı sonrası elde ettiği güç nedeniyle 1960'lı yılların sonlarına doğru ABD'nin ekonomisi güçlü bir noktaya gelmiştir. ABD hegemonyasına karşı özellikle Batı Avrupa ve Japonya'nın imalat sanayisinde yaptığı hamleler sonucu rekabet ortamının kızışması kâr oranlarında 1960'lı yıllarının sonuna doğru büyük düşüşler yaşanmasına neden olmuştur (Harvey, 2010, s.165).

ABD hegemonyasına karşı yeni güçlerin ortaya çıkması yaşanan krizin derinleşmesini sağlayarak Bretton Woods anlaşmasının çatlamasına, doların değer kaybetmesine neden oldu. Böylece 1960'lı yılların sonuna doğru kârların hızlı düşüşü sonrası 1974 yılında kapitalist sistemin yaşadığı kriz “petrol krizi” olarak kendisini dışa vurmuştur. Kapitalizmin yaşadığı krize Keynesyen ekonomi politikalarının cevap vermesi pek mümkün görülmüyordu (Harvey, 2010, s.189). Keynesyen ekonomi politikalarının sermaye birikiminin devamlılığına cevap vermemesi, sistemin krize girmesinin temel nedeni olarak ifade ediliyordu. Toplumsal muhalefetin gün geçtikçe güçlenmeye başlaması, ekonomide yaşanan durgunluğun istikrarı, sabit kur sisteminin çöküşü (Bretton Woods), kısacası sermayenin dolaşımı önündeki “akıl dışı” her türlü engelin baş sorumlusu olarak devlet gösteriliyordu (Sönmez ve Kozanoğlu, 2012 ).

Kapitalist sistemin 1960’lı yılların sonu itibariyle kâr oranlarının istikrarlı bir şekilde düşmesi ve sınıf mücadelesinin yükselmesine yanıt olarak sermaye tarafından neoliberal politikalar devreye sokulmuştur. Neoliberalizm; 1970’lerin sonundan itibaren iktisadi ve toplumsal politikaların türetildiği ana kaynak haline gelmiştir. Neoliberalizmin düşünsel kökenlerine baktığımızda Keynesyen politikalar ile benzer dönemde ortaya çıktığını görürüz. 1947 yılında İsviçre'de Friedrich von Hayek, Milton Friedman, Ludvig Von Mises gibi ünlü iktisatçıların aralarında bulunduğu 17 ülkeden 39 temsilcinin (ağırlıklı olarak akademisyen) bir araya gelerek neoliberal doktrini oluşturdukları bilinmektedir. (Kozanoğlu ve diğerleri., 2008, s.14) . Mont Pelerin Topluluğu olarak adlandırılan bu ekip, görünmez ele olan inançları ve devlet müdahalesine karşı yılmaz düşmanlıkları ile sermayenin özgür bir şekilde hareket etme isteğiyle birleşmişti. Mont Pelerin Topluluğu üyelerinin düşünsel algısı şu şekildedir:

merkezi yönetimin her faaliyeti şekillendirdiği, insanların ekonomik yaşamlarının kolektif kurallar ve normlarla düzenlendiği; devletin yegâne güç olarak rol aldığı bir yapıdan; serbest piyasanın kendini düzenleyen bireyci yapısına evrildiği ekonomik ve toplumsal kuralların bırakınız yapsınlar zihniyetine bıraktığı bir toplum düzeni” (Adam Smith’i hatırlayınız) (Kozanoğlu ve diğerleri., 2008, s 14 ). .

Mont Pelerin Topluluğu üyeleri yaptıkları ilk toplantıda burjuvazi tarafından hiç dikkate alınmamıştır. MPT üyelerinin kapitalist sistem için düşündükleri paradigma dönemin koşulları itibariyle sermaye birikimin dinamiklerine cevap vermiyordu. 1960’lı yılların sonu itibariyle sistemin krize girmesiyle MPT üyelerinin düşüncelerine olan ilgi gittikçe artmaya başladı. Friedrich Von Hayek gördüğü ilgiden kaynaklı Margaret Thatcher tarafından ödüllendirilmiştir (Sönmez ve Kozanoğlu, 2012, s.37).

1980’li yılların başından itibaren neoliberal politikalar kapitalist sistemin krizine bir yanıt olarak devreye sokulmuştur. İngiltere’de Margaret Thatcher, ABD’de Ronald Reagan, Türkiye’de ise Turgut Özal neoliberal politikaların inşa sürecinde aktif rol almışlardır. Neoliberal politikalar uluslararası üst kuruluşlar(Dünya Bankası ve IMF) aracılığıyla dünya üzerinde yaygınlaştırılmıştır. Neoliberal iktisat politikalarının sermaye açısından yarattığı rahatlık emperyalist politikaların daha egemen hale gelmesini sağlamıştır. Dünya Bankası ve IMF dünya üzerindeki bütün ülke ekonomilerin “ortak” hareket etmesini sağlayacak uygulamalar gerçekleştirerek düşen kâr oranlarının yükseltilmesini hedeflemişlerdir. Böylece kapitalist sistemin krizden kurtuluşu, “başka alternatifi yoktur” şeklinde sermayenin sözcüleri tarafından yüksek sesle ifade edilerek topluma sunulmuştur (Boratav, 2009, s.148; Türkay, 2009, s.165).

Neoliberal politikalar toplumsal alanda güç dengelerinin yeniden ifade edilmesine olanak sağladı. Yeni döneme ayak uyduramayan “muhafazakâr” kesimler ya ortadan kaldırıldı ya da yeni dönemin sermaye birikim düzenine uyumlu hale getirildi. Yeni dönemin politikalarını benimsemeyen özellikle az gelişmiş kapitalist ülkelerin yönetimleri ya askeri diktatörlükler aracılığıyla devrildi ya da borç krizine sürüklenerek IMF ve DB’nin önerdiği politikaları kabul etmek zorunda kaldı. Örneğin Türkiye’de 24 Ocak Kararları sermayenin önünün “akıl dışı” engellerle dolu olması nedeniyle bir türlü uygulamaya koyulamamıştır(O dönemde Türkiye'de “akıl dışı” engellerin başında işçi sınıfının örgütlü gücü, devrimci siyasal partiler, üniversiteler, vb. vardı). Sermaye düzeni açısından 12 Eylül darbesi, var olan “akıl dışı” engellerin ortadan kaldırılarak 24 Ocak Kararlarının uygulanabilmesini sağlamıştır (Boratav, 2009, s.148; Türkay, 2009, s.165).

Neoliberal politikalar aracılığıyla burjuvazi geçmişin hatalarından “ders çıkararak” sınıf iktidarını yeniden inşa etmiştir3. David Harvey sınıf gücünün yeniden inşasının dört aracı olduğunu belirtmektedir. Bir, 1970’lerde başlayan, finans hareketlerine daha fazla özgürlük verilmesi politikaları; iki, sermayenin coğrafi dolaşımına daha fazla özgürlük; üç, yabancı ülke ve kuruluşların siyasi baskıları ve dört, ideolojik anlamda neoliberalizmin tek ekonomik çare olarak çoğunluk tarafından kabul edilmesi (Harvey, 2006; Harvey, 2010, s.206-207-208-209). Neoliberal teorinin bu şekilde egemen hale gelmesiyle sermayenin belli kesimleri inanılmaz derecede zengin olurken belli kesimler ise sermayelerini kaybetmişlerdir. Neoliberal politikalar aracılığıyla özel mülkiyet önündeki kurumsal engellemeler ortadan kaldırılmıştır. Bu nedenle devlet, elinde bulunan mülkiyeti sermayenin hizmetine sunmalıdır. Neoliberal politikalar aracılığıyla kapitalizmin vazgeçilmezi olan rekabet olgusu görülmedik derecede önemli bir noktaya gelmiştir. Uygulanan politikalar aracılığıyla bireycilik, serbest piyasa, dışa açıklık ve devletin küçültülmesi gibi ilkeler doğrultusunda bir kalkınma modeli ortaya konulmuştur (Öniş ve Şenses, 2009).

Harvey (2006), neoliberalizmin dört temel öğesini; özelleştirme, finansallaştırma, krizlerin yönetimi ve manipülasyonu, devletin yeniden bölüştürme politikaları olarak sınırlamaktadır. Bu dönemin temel özelliği olarak sermaye birikimi önündeki tüm engelleri ortadan kaldırarak sermayenin tüm dünyada egemen olması hedeflenmiştir. Ticaretin ve sermaye akımlarının olabildiğince serbestleştirilmesi hedeflenerek, bu temelde mevcut veya oluşabilecek engellerin ortadan kaldırılması gerektiği vurgusu dile getirilmiştir. Bu süreci daha geniş bir bakış açısıyla değerlendirdiğimizde “ … piyasa mantığını engelleyen her türlü kolektif yapının yok edilmesi gerektiği”, sermayenin yaygınlaşması önündeki toplumsal, idari vb. düzenlemelerin tümünün “ akıl dışı” olarak nitelendirmekte ve kaldırılması gerektiği savunulmaktadır ( Bourdie 1998’den aktaran: Yeldan, 2002).

Burjuvazi neoliberal politikalar aracılığıyla piyasaların hiçbir kısıtlama olmaksızın işlemlerine izin verilmesi durumunda (Shaikh 2007’den aktaran; Bal, 2011);

  • Piyasaların ihtiyaçları en uygun biçimde karşılayacağı,

  • İktisadi kaynakların en etkin şekilde kullanılmasını sağlayacakları,

  • Tam istihdama yol açacakları iddia edilmektedir.

Neoliberal politikalar tüm dünyada sermayenin talep ve ihtiyaçları doğrultusunda uygulanan çok yönlü bir programdır. 1980’li yılların başından itibaren günümüze kadar uygulanan neoliberal politikalara bakıldığında homojen bir şekilde uygulanmadığı görülecektir. Burada politikaların homojen olarak uygulanmasını iki farklı şekilde ele almak gereklidir. Birincisi, her coğrafyanın farklı dinamiklere sahip olması politikaların uygulanmasını farklılaştırmaktadır. Yukarıda sıkça bahsedilen askeri diktatörlük, borç krizi yöntemleri gibi. İkincisi, neoliberal politikaların zaman içinde kendi düşünsel yapısında değişikliğe gitmesi. Birinci durum yukarıda anlatıldığı için burada asıl olarak ikinci durum üzerinde durulacaktır. İkinci durumda neoliberal politikalarda kast edilen homojen olmama durumunu şu şekilde açıklayabiliriz. 1980’li yılların başından itibaren 1990’lı yılların sonuna kadar uygulanan ve dayanağı Washington Uzlaşması olan Birinci Kuşak Yapısal Reformlar ve 1990’lı yılların sonundan itibaren günümüze kadar uygulanan ve dayanağı Post-Washington Uzlaşması olan İkinci Kuşak Yapısal Reformlardır. Birinci Kuşak Yapısal Reformlar ve İkinci Kuşak Yapısal Reformlar arasındaki temel fark devlete olan bakış açılarıydı. Neoliberal politikalar ilk ortaya çıktığında devlete yönelik eleştirilerle gündeme gelmiş ve bir anlamda kendi meşruiyetini “minimal devlet” algısı üzerinden sağlamıştır. Ancak neoliberal politikalar 1980’li yıllar itibariyle uygulanmaya başlandıktan yaklaşık 10 yıl kadar sonra dünyanın birçok yerinde krize girmiştir. DB’nin hazırladığı raporlar doğrultusunda “minimal devlet” anlayışı ortadan kaldırılarak “düzenleyici devlet” anlayışı getirilerek girilen kriz ortamından çıkılması hedeflenmiştir. İkinci Yapısal Kuşak Reformlar aracılığıyla sermaye ile devletin düşman olamayacağı bir bütünün parçaları gibi beraber hareket etmeleri gerektiği tezi ortaya atılmıştır (Ataay, 2008, s.46-47; Ercan, 2009).

Sonuç Yerine

Neoliberal politikaların kendisinden önceki politikalarla ortak özelliği kapitalist sistemin kârlılığını arttırmaktır. Neoliberal sistem ile gündeme gelen üretimde esneklik uygulaması uygulamada farklı anlamlara gelmektedir. Örneğin esneklik4 uygulaması ile bir işçinin birden fazla görevinin olması, çalışma saatlerinin kapitalist ve üretim sonucu elde edilen ürünün talebine göre belirlendiği, üretim sürecinin parçalanarak part-time ve taşeron sisteminin oluşturulması, devletin ekonomi üzerindeki etkisinin minimize edilerek düzenleme yetkisinin ortadan “kaldırılması”, özelleştirmelerin yaygınlaştırılması, çıkarılan yasa ve yönetmelikler sayesinde sermayenin alan değiştirmesini sağlayacak düzenlemelerin yapılması vb. uygulamaların getirilerek sermayenin kârlılığı önündeki engellerin ortadan kaldırılması hedeflenmiştir (Harvey, 1993).

1960'lı yılların sonlarına doğru ortaya çıkan ve 1974 yılında “petrol krizi” olarak kendisini dışa vuran kapitalist sistemin krizine yanıt olarak ortaya koyulan neoliberal politikalar bir bütün olarak, iktisadi, siyasal ve toplumsal bütün süreçlerin sermaye açısından yeniden tariflenmesini sağlamıştır. Bu yazıda da kapitalist sistemin nasıl işlediğine dair kavramsal bir çerçeve çizilmeye çalışılmıştır. Bundan sonraki yazılarda somut olarak kapitalist sistemin düşen kâr oranlarını yeniden yükseltmek için uygulamaya koyduğu esneklik uygulamasının çalışma hayatında ortaya çıkardığı değişiklikler tartışılacaktır.

Dipnotlar

1Ayrıntılı bilgi için Marx’ın Kapital(1.cilt)’in üç, dört, beş ve altıncı kısımlarına bakılabilir( Yordam Kitap)

2Ayrıntılı bilgi için Marx’ın Kapital(3.cilt)’in Onbeşinci Böüm olan “Yasanın İç Çelişkilerinin Serimi”ne bakıldığında sermayenin neden sınırlara boyun eğmediği, büyüme uğruna her türlü yolun denendiği gerçeği anlatılmaktadır.

3 Ayrıntılı bilgi için David Harvey’in Yeni Emperyalizm Kitabında “Amerika’nın Gücü Nasıl Arttı” bölümüne bakınız.

4 Bir sonraki yazıda “Esneklik” üzerine daha ayrıntılı bilgiler verilecektir.

Kaynakça

Ataay, F. (2008). Neoliberalizm ve muhafazakâr demokrasi 2000’li yıllarda Türkiye’de siyasal Değişimin Dinamikleri (1.Baskı). Ankara: De ki Yayınları.

Bal, E. (2011). Türkiye’de 2000 sonrası neoliberal politikalar çerçevesinde imar mevzuatındaki değişimler ve yeni kentleşme pratikleri: İstanbul örneği. DEÜ Fen Bilimleri Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, İzmir.

Boratav, K. (2009). Türkiye İktisat Tarihi, 1908-2007, Ankara (13. Baskı): İmge Kitabevi.

Ercan, F. (2009). Yasalar: Sermaye hegemonyasının sosyal evreni ve sınıf mücadelesi. (Röportaj). 12 Şubat 2011, .http://fuatercan.wordpress.com/2009/04/12/yasalar-sermaye-hegemonyasını…. (Erişim tarihi: 24.03.2012).

Harvey, D. (1993). Esneklik: Tehdit Mi, Fırsat Mı? Toplum ve Bilim (56-61), 83-93.

Harvey, D. (2006) Neoliberalizm ve Sınıf İktidarının Restorasyonu. (A. Sarı, Çev.).Conatus (6), 73-91.

Harvey, D. (2008). Yeni emperyalizm (2. Baskı). (H. Güldü, Çev.). İstanbul: Everest Yayınları.

Harvey, D. (2010). Postmodernliğin Durumu. (Çev. Sungur Savran). (5.Baskı) İstanbul. Metis Yayınları.

Harvey, D. (2012). Sermayenin Muamması- Kapitalizmin Krizleri. (Çev Sungur Savran). (1.Baskı) İstanbul: Sel Yayıncılık.

Kozanoğlu, H., Özden, B.A., ve Gür, N. (2008). Neoliberalizmin gerçek 100’ü. İstanbul: İletişim Yayınları.

Kozanoğlu, H. & Sönmez, M. (2012). Neler Oluyor Hayatta?- 10 Başlıkta Türkiye ve Dünya Analizi.(1.Baskı) Ankara: NotaBene Yayınları.

Marx, K. ve Engels, F. (2007). Komünist Manifesto. (Çev. Yılmaz Onay). (4.Baskı) İstanbul. Evrensel Basım Yayın.

Marx, K. (2012). Kapital(1.cilt)- Ekonomi Politiğin Eleştirisi.(Çev. Mehmet Selik ve Nail Satlıgan). (3.Baskı). İstanbul: Yordam Kitap.

Marx, K. (2012). Kapital(3.Cilt)- Bir Bütün Olarak Kapitalist Üretim Süreci (Çev. Alaattin Bilgi). (6.Baskı) Ankara: Sol Yayınları.

Öniş, Z. ve Şenses, F. (2009a). Gelişen ‘Post-Washington Mutabakatı’nı (PWM) yeniden düşünmek. F. Şenses, (Ed.), Neoliberal küreselleşme ve kalkınma seçme yazılar içinde. (347-385). İstanbul: İletişim Yayınları.

Türkay, M. (2009). Sermaye Birikimi, Kalkınma, Azgelişmişlik- Türkiye ve Dünya Üzerine Notlar, (1.Baskı). İstanbul: SAV.

Yeldan, E. (2002). Neoliberal küreselleşme ideolojisinin kalkınma söylemi üzerine değerlendirmeler. Praksis (7). 19-34.