Son zamanlarda uyanma vaktine yakın, uyanma vaktinin verdiği huzursuzluğun hissi kaplıyor zihnimin uyku halini.
Sabah 07:30, ilk alarm.
Sabah 07:35, ikinci alarm
Sabah 07:40, üçüncü alarm. Kalk borusu bir nevi bu alarm. Bir 5 dakikalık keyif daha yaparsam bedeli taksi parası olarak çıkacak karşıma, ay sonu, taşınma zamanı bu kadar keyifçi olmamak lazım.
Sabah 07:42, Duşluğun musluğu, suyun ısınması, yüzüme düşen ilk su damlası. Sabun, şampuan, köpük... Gözlerim daha fazla aralanıyor şimdi.
Sabah 07:56, Kurulanmanın ardından giyinme.
Sabah 08:02, Saç kurutma makinesinin sıcak havası saçlarımı tarıyor.
Sabah 08:12, Servis yoluna doğru hızlı adımlarla apartmandan çıkış,
Kendini toparlayamamış ses tellerimden bir şekilde çıkan ses ile,
"-Evren Günaydın,
-Günaydın, bindim servise, daha yetişmedik senin oraya
-tamam, sağol"
Sabah 08:16, Servisin otomatik açılan kapısı, belli belirsiz bir "günaydın", karşılığında belirsiz bir "günaydın".
Oysa üstat ne de güzel söylemiş, "Ve çatal yürek, barışa, bayrama hasret / Uykulara, derin kaygısız,rahat" En azından fazladan bir on dakikalığına...
Sabah 08:32, Göründü iş merkezinin yatay yapısı, aslen hastane olarak inşa edilen ancak sonradan bilişim şirketlerinin toparlandığı 3 bloklu, etrafı tellerle çevrili yapı. Benim "yarı açık hapishanem"
Sabah 08:35, Bu sabah simit alayım en iyisi. Zamlarından beri kantinden alış-veriş yapmıyorum. Bana sunulan bu akvaryum tipi yaşamda yapabildiğim en solcu eylem bu sanırım. Protesto!
Sabah 08:40, Elektronik kartla açılan koğuş, aman ofis kapısı. Geceyi geçiren gardiyan, aman güvenlik görevlisi çıkmaya hazırlanıyor.
Sabah 08:45, Günaydınlaşmalar, mutfaktan çay doldurma, 1,7 litrelik su şişesini doldurma, masaya götürme, döner koltuğa oturup masaya, bilgisayarın önüne yanaşma.
Sabah 08:47, Önümde simit, çay; onun önünde bilgisayar klavyesi. Aradan parmaklarımı uzatıp ctrl+alt+del tuşlarına erişip bilgisayara giriş yapma faslı. Simitle çay, Sait Faik'in hikayesini anımsıyorum, aynı bahtiyarlıkla dişlerimin arasındaki susamları dilimle temizliyorum. Çayımı bir dikişte bitiriyorum ardından.
Sabah 08:57, Bu kadar yalpalanmanın ardından işe başlayabiliriz. Ofis de sessizleşmeye başladı. İnsanlar önündekileri yeyip yavaştan yol almaya başladılar.
Sabah 09:48, Çağrıların çoğunu çözdük, bir kısmını savuşturduk, bir kısmını da kontrol edilmek üzere ilgili birimlere gönderdik. Güzel bir başlangıç denilebilir. Biraz internete ve maillerime bakabilirim artık.
Sabah, 09:57, Cemal Süreya diyor ya, "beklemek gövde kazanması zamanın" diye, biz bütün gövdesiyle görüyoruz zamanı gün boyu.
10:15, sabahı kalmadı artık. Gözlerim daha rahat açılıyor. Bedenim de uyandı en sonunda.
10:32,
"-Hava alalım mı biraz?"
"-Hadi çıkalım Volkan, çay mı içsek?"
"-Olur tabi"
ofisi boydan boya geçip teras kapısına ulaşmak, elektronik kartı okutup teras kapısını açmak, yüze çarpan ilk soğuk havanın diriltici etkisi.
"-Uçaklar rota mı değiştirdi bu aralar, pek sık geçiyorlar üzerimizden?"
"-Sanki..."
"-O değil de kule muhabbetlerini online dinlediniz mi? Abi çok geyik yea"
"- kaptan mı olsaydık ne? Iyi de parası var. Kafadan 10-15 bin alıyorlardır"
"-torpilsiz olur mu sence?"
"-sanmam"
"-içeri geçek mi?"
"-E hadi geçek"
11:20, Genel arıza var İzmir bölgesinde, bilgilendirmesini yaptık, takibini sürdürüyoruz.
11:55,
"12'de mi çıkıyorsun 1'de mi?"
"12, çıkalım hadi"
"Ahmet var ya, basmış istifayı."
"Hadi ya, nereye geçmiş?"
"rakip şirkete"
"Helal, iyi paraya da anlaşmıştır."
12:03, yemekhane kuyruğu, elektronik kartla dönen turnike, tepsi, bardak, ekmek, çorba, yemek, tatlı, 4 kişilik masalar, 6 kişilik masalar, hızlıca yenen yemekler...
12:25, "Yukarıdan çay alıp dışarıda oturalım, hava güneşli..."
12:57, "Geldim ben, sen yemeğe çıkabilirsin Mete, var mı önemli bir şey?"
15:10,
"-Hava alalım mı biraz?"
"-Hadi çıkalım Volkan, çay mı içsek?"
"-Bu sefer kahve içelim be"
"-tamamdır"
ofisi boydan boya geçip teras kapısına ulaşmak, elektronik kartı okutup teras kapısını açmak, yüze çarpan kış güneşinin kendini ısıtmaya yetmez ışınları.
"-Şu evler kaç paradır?"
"-vardır 1-2 milyonu"
"-vay anasını arkadaş ya, ucu bucağı yok bu şehirde zenginliğin"
"-fakirliğin de"
"-öyle"
"-öyle..."
"-E hadi geçek o zaman"
"-hadi"
16:25, Meslek lisesi memleket meselesi, peh... stajer meslek liseli ahmet bilgisayar taşıyarak hallolacak memleket meselesi...
17:05, Eski evin boyası ne oldu acaba? Bi boyatsak da alsak şu depozitoyu.
17:25, Avcılar'a kadar gideceğiz bu akşam, koro çalışmasına; servis kağıdı alayım bari.
17:45, Bu saatten sonra da bu çağrı yollanmaz ki arkadaş! Neyi nasıl çözelim şimdi.
17:50, Neyse çabuk çözdük sorunu, bugünlük de bu kadar.
17:57, İyi akşamlaşmalar, koğuş kapıları açılıyor tersinden, kalabalık bir kitle akıyoruz servislere doğru, sel gibi.
18:02, Bu binanın köşelerinde gözlem kuleleri eksik bir tek. Olsa, tam bir yarı açık cezaevi. Neyse bugünü de bitirdik. Oh, derin bir soluk alıp devam edebiliriz yaşama koptuğumuz yerden. Ne derdi telekom'daki emekliliğine 1 ay kalmış Cahit Abi! "Eee Sinan Bey, bugünü de yedin, kaldı 34 yıl 245 gün" bir de kıkırdardı sonunda. Dışarıda olmak özgür olmak değil işte. F tipi kübiklerimizde gün dolduruyoruz; ne uzuyoruz ne kısalıyoruz... Hapishane sadece zihnimizde değil, bizzat sarmalamış bizi parıltılı parmaklıklarla...
Bir günümü de böyle tutsak ediyorum işte, bir ofiste...