GELİYORLAR!..

Skoda marka belediye otobüslerini, herkesin aksine, çok severdim. Bu eski otobüsler titreşim makinası gibi insanı sarsar, kapıları açılıp kapanırken çıkardığı ses insanın yüreğini ağzına getirir ve şoför koltuğu ile sağ taraftaki arkalı önlü iki kişilik oturma koltuğu arasında uzanan devasa muhafazası altındaki motor, insanın kendi konuştuğunu dahi duyamayacak kadar gürültüyü otobüsün içine doldururdu. Bunların hepsi bu otobüsü diğerlerinden farklı yapardı.

Evimize en yakın Çınar durağı yeni konmuştu ve bu bizi çok mutlu etmişti. Artık otobüsten indikten sonra daha az yol yürüyorduk.

Fakat o gün otobüs Çınar durağına bir durak kala geçitte durduktan sonra hareket etmedi ve şoför herkese inmesini söyledi. O zamanlarda tren yolundan araçların bir taraftan diğer tarafa geçmesini sağlayan bir tren yolu geçidi vardı. Bir de görevlisi… Tren geçeceği zaman el çarkı ile bariyeri indirir ve geçidi güvenli hale getirir ve tren geçtikten sonra da yeniden bariyeri kaldırırdı. Şoför 'herkes insin' deyince biz de otobüsten indik. Otobüs bizden sonra soldaki sokağa sapıp hızla manevra yapıp gerisin geri hızla uzaklaştı. Biz de çevremizdekilerle, 'otobüs bozuldu galiba ama nasıl şimdi geriye gitti' diye söylenirken bir kadın araya girdi. Ne bozulması… 'GELİYORLAR!..' diye bağırdı. 

Söylediği tarafa bakınca İdealtepe'yi bir insan selinin kapladığını gördüm. 12 yaşındaydım… Merakla 'kimler geliyor' diye sordum. Aynı kadın 'İŞÇİLER!..' diye bağırıp hızla kaçtı.

Biz de ablamla birlikte ve onlar Çınar'a ulaşmadan eve gidelim diye telaşla eve doğru yürüdük. Evde annem 'ekmek almadınız mı' deyince bu sefer nazlanmadan merakımı yenmek için gerisin geri bakkala gittim. Fakat Adil bakkal telaşla dışarıdaki eşyalarını topluyor ve dükkanını kapatmaya hazırlanıyordu. Bunun üzerine biraz daha uzaktaki Kazım bakkala yöneldim. Kazım amcada hiç telaş yoktu. Ekmeği aldıktan sonra 'Kazım amca sen niye kapatmıyorsun ya işçiler senin mallarını alırlarsa…' dedim. Kazım amca güldü ve 'merak etme onlar bir şey yapmazlar, alsalar da helal olsun… acıkmışlardır, susamışlardır' dedi. Alevi diye mecbur kalmadıkça bizimkilerin dükkanına gitmemizi çok da istemediği bu insana birden bire çok sempati duydum ve "gelenlerden" dolayı duyduğum korku da birden bire yokoldu.

Annemden dayak yememek için koşarak ekmeği eve götürdüm ve aynı hızla yeniden cadde kenarına geri koştum. Öğle saati idi ve hava çok sıcaktı. İşçiler de daha Çınar'a ulaşmamıştı. Esnaf dükkanlarını kapamış, benim gibi bazı meraklılar da cadde kenarına sıralanmıştı. Sonunda işçi seli Çınar'a ulaştı. Ellerinde kalın sopalar vardı. Bazıları işçi tulumları ve şapkaları ile yürüyordu. Caddeye sığmıyorlar ve iki yana taşıyorlardı. Demirel istifa... Demirel istifa… Sloganlar yeri göğü inletiyordu.

Mahalleden yaşıtım iki çocuk daha gelmişti. Bulunduğumuz yer Küçükyalı'nın babamdan önceki en eskisi karoserci Halil Usta'nın evinin köşesiydi. Bu etrafı böğürtlenlerle kaplı evin arkası ise, bizim sık sık uçurtma ve kılıç yapmak için, çalılara takılma riskini göze alarak çita çaldığımız tahta parçası deposu gibi bir yerdi. İşçilerin ellerindeki sopaları görünce durumdan vazife çıkardık. Bu sefer bu tahta parçaları yığınında bulabildiğimiz en kalın tahtaları seçip yol kenarına taşıyarak işçilere vermeye başladık. İşçiler bunları gülerek ellerimizden aldılar.

O sırada durumu anlayan annem korku ile koşarak geldi ve beni götürüp eve kapattı. Fakat tek katlı müştemilatta benim için bir sürü kaçış yolu vardı. O, oda kapısını kapatıp kaçmayayım diye kapıyı kitlerken ben çoktan pencereden dışarı çıkmıştım bile.

Kadıköy'e doğru insan selinin akışı saatler sürdü. Sel yavaş yavaş çekilirken bir süre sonra kamyonlarla işçilerin geçidi başladı. Yüzlerce kamyon, kasaları slogan atan işçilerle hınca hınç dolu olarak geçiyor ve Kadıköy yönünde gözden kayboluyorlardı. Biz de ne olup bittiğini tam olarak anlayamasak da, büyük bir ciddiyetle ve ara sıra Halil Usta'nın karısı bizi kovalasa da, "görevimizi" aksatmamaya çalışıyor ve seçtiğimiz tahtaları kamyonlardaki işçilere vermeye çalışıyorduk. Yol kenarında duranların bazıları 'helal olsun' derken bazıları da sessizce 'komünistler' demekle yetiniyorlardı. Bu sözcüğü herhalde ilk kez duyuyordum.

O zaman televizyon yoktu ve babamın izin verdiği kadar radyo dinliyorduk. Hala ne olup bittiğini anlayamamıştım. Babamdan ise yalnızca komünistlerin ortalığı karıştırdığı bilgisini alabilmiştim.

Bu görkemli günün ertesi gününde babamın aldığı Hürriyet gazetesi eve gelince durumu tam olarak anladım. Tugay Yolu'nda işçilerin tankların üzerinden geçtiğini gösteren resim hafızama kazındı.

Bilincimin gelişiminde en önemli günlerdi 1970'in 15-16 Haziran "sıcak" yaz günleri.

Mustafa Aral

15 Haziran  2024