Mühendislerin Çalışma Koşullarında Dönüşüm
Nitelikli emeğin işçileşmesi, iş bulmakta yaşanan zorluklardan çalışma sırasında yaşanan olumsuzluklara kadar bir dizi olguyla da kendini gösterir.
1980 sonrası mühendislik alanında, hem üniversite sayısı ve kontenjanları akıl almaz bir hızla artmış, hem de bölümler hızla çeşitlenmiştir. 1980 yılında Türkiye’de mühendislik eğitimi veren devlet üniversitesi sayısı 19 iken, 2011 yılında bu sayı 43’ü vakıf/özel üniversite olmak üzere 124’e çıkmıştır (Aksu Kaya, 2011: 94). Yükseköğretimin kârlı bir yatırım alanına dönüşmesiyle özel üniversiteler yalnızca birkaç bölüme (genellikle en fazla talep gören bilgisayar, elektronik, endüstri mühendislikleri gibi bölümlere) sahip mühendislik fakülteleri açmaya başlamış, eşzamanlı olarak devlet üniversiteleri de plansızca çoğalmıştır. Bu alanda özellikle son yıllarda yaşanan artış inanılmaz boyutlardadır. 2004-2005 öğretim döneminde 71 üniversitede mühendislik eğitimi verilmekteyken (TMMOB ve Mühendislik Eğitimi, 2006: 5), 6 yıl içinde bu sayının neredeyse ikiye katlanması, bu üniversitelerin mühendislik eğitimi verecek yeterlilikte altyapıya ve öğretim kadrolarına sahip olup olmadığı sorusunu sormamızı zorunlu kılmaktadır. 2011 yılında merkezi yerleştirme ile öğrenci alan mühendislik lisans programları incelendiğinde, 62 farklı lisans programının toplam bir yıllık kontenjanının, başka bir deyişle bir öğretim yılında mühendislik eğitimine başlayan kişi sayısının 67.939 olduğu görülmektedir (Aksu Kaya, 2011: 95).
Her yıl mesleğe kitlesel denebilecek bir girişin yaşandığı bu alanda işsizliğin yıllar içinde adım adım artışı TMMOB’nin araştırma verilerinde de açıkça ortaya çıkmaktadır. 1976 tarihli araştırma, TMMOB bünyesinde işsiz mühendislerin oranını yüzde 1.3 olarak saptamış; ancak yeni mezunlar arasında işsizlik oranının net bir şekilde yükseldiğini belirtmiştir. Yalnızca deneyim kazanmak adına düşük ücretli, kötü koşullu işleri kabul etmeye mecbur kalan yeni mezun mühendislerin, bugün de mühendisler arasında sömürüye en açık kesim olduğunu belirtmek gerekir. 1998 araştırmasında ise işsizlik oranı yüzde 6.1’e yükselmiştir. Bu araştırma da aynı şekilde 25 yaş altında işsizliğin daha fazla olduğunu söylemekte; ayrıca gençler arasında sık fakat kısa süreli işsizlik yaşama oranının yüksekliğine dikkat çekmektedir. Bu durum, belli bir işyerinde kalma süresinin giderek kısalmakta olduğunun bir başka ifadesidir. Kişide bir işi olduğundan emin olma duygusunu ortadan kaldıran esnek çalışmanın yaygınlaşmasıyla bu sorunun süreklileşeceğini ileri sürmek mümkündür. 2009 tarihli profil araştırması ise anket uygulamasının yapıldığı dönemde mühendis ve mimarların yüzde 82.5’inin bir işyerinde çalışmakta olduğunu, yüzde 1.1’inin bir işyerinde çalışmamakta, yüzde 3.6’sının işsiz ve iş aramakta, yüzde 12.6’sının ise çalışmamakla birlikte iş aramamakta olduğunu (emekli, ev kadını, diğer) ortaya koymuştur. Sonuç olarak 1976’da bir işi olanların oranı yüzde 98.7 iken, 2009’da bu oranın yüzde 82.5’e gerilemiş olması önemli bir düşüştür.
İşsizliğe işaret eden bir diğer gösterge de meslek dışı çalışma olgusudur. 1976 araştırmasında meslek dışı çalışma oranı yüzde 6.7 olarak saptanmışken, 2009 araştırmasında bu oran yüzde 16.2’ye çıkmıştır. Bu durumun nedenine ilişkin soruya en yüksek oranda verilen yanıt ise “iş bulamama” olmaktadır.
Fazla mesai ücreti alamama mühendisler için çok yaygın ve ciddi bir sorundur çünkü mühendislerin büyük bir kesiminin yasal çalışma süresi olan 45 saatin üzerinde çalışması bugün artık normalleşmiş bir durum halini almıştır.
Çalışma koşullarının kötüleştiğini gösteren bir diğer unsur ücret konusudur. 1998 yılında yapılan araştırma, kamuda çalışan mühendisler için net bir şekilde yoksullaşmadan söz edilebileceğini belirtmekte; özel sektörde çalışan mühendisler arasında ise işteki konumuna (yöneticiler ve diğerleri), yaşadığı kente (metropoller ve diğerleri), mezun olduğu okula göre ciddi ücret farklılaşmaları yaşandığına, bu durumun özel sektör çalışanlarının ortak çıkarlar için bir araya gelmesini zorlaştırdığına dikkat çekmektedir. 2009 yılında yapılan profil araştırmasında ise aylık gelir sorusuna TMMOB üyeleri arasında en yüksek oranda verilen yanıt 1000-1249 TL, üye olmayanlar arasında ise 1500-1999 TL olmaktadır. Anketin yapıldığı 2009 yılında TÜRK-İŞ’in açıkladığı, dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı ise 2395 TL’dir. Ayrıca ankete katılanların büyük bir oranı (TMMOB üyelerinin yüzde 61.6’sı, üye olmayanların yüzde 49.8’i) fazla mesai ücreti almadığını belirtmiştir.
Fazla mesai ücreti alamama mühendisler için çok yaygın ve ciddi bir sorundur çünkü mühendislerin büyük bir kesiminin yasal çalışma süresi olan 45 saatin üzerinde çalışması bugün artık normalleşmiş bir durum halini almıştır. 2009 araştırmasının verileri, TMMOB üyelerinin yüzde 19.2’si ile üye olmayanların yüzde 11.7’sinin haftalık ortalama çalışma süresini 51-60 saat, aynı sırayla yüzde 8.6 ve yüzde 5.1’inin ise 60 saatten de fazla olduğunu göstermektedir. Haftada 41-50 saat arası çalışma oranı ise üyeler arasında yüzde 35.1, üye olmayanlarda yüzde 18.9’dur. İşinde teknolojinin olanaklarını yoğun olarak kullanan bir meslek grubu olan mühendisler arasında, akıllı telefonların ya da dizüstü bilgisayarların yaygınlaşmasıyla evde, yolda, her yerde çalışmak, işi tüm yaşama yaymak olağanlaşmıştır; hatta büyük firmalar 24 saat çalışması beklentisiyle bu tür araçları çalışanlarına kendileri tahsis etmektedir. Mühendislerin meslekleriyle özdeşleşmelerinin, “şirketini benimseme” kültürünün yaygın oluşu, bu tür uygulamaları yüksek statülü bir mesleğin sorumluluğu gereği sayarak normalleştirmelerine yol açmaktadır.
Son olarak, ücretli çalışan tüm kesimler için en ciddi güncel sorunlardan birisi olan esneklik uygulamaları ve güvencesizleşmenin mühendislik alanı için de önemli bir tehdit oluşturduğunu belirtmek gerekir. Taşeron şirketlerde düşük ücretler ve kötü koşullarla çalışmak, proje bazlı istihdam edilmek, inşaatta, elektrikte, outsourcing adıyla bilişimde, kısacası birçok sektörde mühendisin karşısına çıkmaktadır. Bu dönemde mühendisin, kendisi için yeni bir olgu olan “güvencesizleşme” ile kitlesel ölçüde tanıştığı söylenebilir.
Son dönemde emek dünyası içinde yoğun bir biçimde tartışılmakta olan, amacını işverenlere kiralık eleman sağlamak olarak tarif edebileceğimiz Özel İstihdam Büroları’nın yurtdışı örneklerine bakıldığında, mühendislik hizmetlerinin bu büroların faaliyet alanında önemli bir yer tuttuğu görülmektedir. Mühendisliğin birçok alanının proje üzerinden çalışmaya uygun olması, sınırlı süreli sözleşmelerle eleman kiralama uygulamasını kolaylaştırmaktadır. Sermayenin sigorta, kıdem tazminatı, emeklilik, yıllık izinler gibi emeğe ilişkin tüm maliyetlerden kurtulmak amacıyla tercih ettiği kiralık eleman uygulamasının, emek gücü açısından hak kayıpları, düşük ücretler, sağlıksız koşullarda çalışma, örgütlenme olanağının ortadan kalkması dolayısıyla hakkını arayabileceği mekanizmalardan yoksun kalma gibi pek çok olumsuz sonucu olacağı kuşkusuzdur.
Rekabet dolayısıyla işi en ucuza, en hızlı yapma yarışı içinde olan taşeron firmaların işçi sağlığı ve iş güvenliğiyle ilgili önlemleri almayı maliyet yükseltici bir unsur olarak görmesi, enformel üretim bir başka yıkıcı sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Son zamanlarda iş kazalarında hayatını kaybeden mühendis sayısındaki artış, bu sonuçtan mühendislerin de kaçamadığını göstermektedir. İş yoğunluğunun limitlerine doğru çekildiği çalışma ortamları ayrıca çalışanlar arasında sağlık sorunlarının ortaya çıkması, yaşlanma ve yıpranmanın hızlanması gibi sonuçlara da neden olmaktadır.
Sermayenin emeğe ilişkin tüm maliyetlerden kurtulmak amacıyla tercih ettiği kiralık eleman uygulamasının, emek gücü açısından hak kayıpları, düşük ücretler, örgütlenme olanağının ortadan kalkması dolayısıyla hakkını arayabileceği mekanizmalardan yoksun kalma gibi pek çok olumsuz sonucu olacağı kuşkusuzdur.
Mühendislerin çalışma koşullarındaki olumsuz dönüşümün kadın mühendisler üzerinde daha ağır bir etki yarattığını belirtmeden bu bölümü bitirmemek gerekir. Mühendisliğin bir “erkek mesleği” olduğu önyargısından da beslenerek, özellikle şantiye, fabrika gibi erkek işçilerin yoğun olduğu çalışma ortamlarında yetersiz kalacakları, ev ve iş hayatlarını bir arada yürütmeye çalışırken işlerini boşlayacakları gibi, erkekler için söz konusu edilmeyen gerekçelerle kadın mühendisler daha baştan bir elemeye uğramaktadır. İş bulma zorluğu aşıldığında bile kadınlar çoğunlukla ofis içlerinde, vasıflarına uygun olmayan, yükselme yolu kapalı pozisyonlara itilmektedirler. Ücret politikalarındaki eşitsizlikler, çalışırken ev işlerini de eksiksiz yapmaları için esnek çalışma biçimlerine daha çok kadınların yönlendirilmesi, bunun doğuracağı hak kayıpları, iş sırasında sürekli kendini, bilgisini, yeterliliğini ispatlama durumunda bırakılmanın yarattığı yük kadın mühendislerin karşılaştığı önemli sorunlardır.
Mühendis Kimliğinin Dönüşümü
Nitelikli emek alanında yaşanan dönüşüm, bu meslek üyelerinin toplumsal kimliklerinde, statülerinde, mesleklerine yönelik algılarında da birtakım değişimlere yol açmıştır. Tarihsel olarak bakıldığında, Aydınlanma düşüncesinin bilimsel bilgiye verdiği önemin, bilginin doğa karşısında bir güç ve denetim aracı olarak görülmesinin ve ilerleme kavramının, doğa kaynaklarını teknik bilgisiyle işleyerek insanın hizmetine sunması beklenen mühendis figürünü toplumsal olarak güçlendirdiği görülür. [1] Auguste Comte, bilim insanlarıyla sanayiyi yönetenler arasında, özel görevi teori ile pratik arasındaki ilişkileri düzenlemek olan bir ara sınıf olan mühendislerin oluşmaya başladığını yazmıştır (Crawford, 1996: 106). Üstelik teknik bilgiye ve mühendise atfedilen önem üretim alanıyla da sınırlı kalmamış, toplumun idaresinde teknik bilgisi olanların söz sahibi olması gerektiğini ileri süren yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Örneğin Saint-Simon üretken zenginliğin birikimine dayanan toplumların mühendisler ve sanayicilerden oluşan yeni seçkinler tarafından idare edilmesi gerektiği görüşündedir. Kısacası mühendislik, diğer nitelikli emek alanlarına da nasip olmamış bir şekilde, toplumu idare edecek kadar ehil ve saygın kabul edilen bir meslek olagelmiştir.
Türkiye’de de benzer bir yaklaşımı özellikle Cumhuriyet’in kurulmasından hemen sonraki yıllarda açıkça görmek mümkündür. Bu dönemde mühendis, yeni kurulmuş bir ülkenin milli kalkınma ve bağımsızlık ülküsünü hayata geçirmekten sorumlu bir toplumsal figürdür. Çoğu mühendis adayı, milli bir ekonominin inşası için gereken alanlarda uzmanlaşmak üzere devlet tarafından yurt dışına eğitime gönderilmiş; döndüklerinde tüm yaşamlarını bu ülküye adamış; yalnızca üretim alanında değil toplumsal alanda da Cumhuriyet’in hedefi olan modern, rasyonel yaşamın birer simgesi gibi yaşamışlardır. Nilüfer Göle (2004: 94) bu dönemde mühendisliğin doğuşunu “Kamu İktisadi Teşekkülleri’nin kurulması yeni bir teknisyen, mühendis ve bürokrat tabakasının doğuşunu haber verir. Bu yeni mühendis ve bürokrat kuşağı üniversiteler bünyesinde gerçekleştirilen bir dizi reform yoluyla oluşturulan yeni yüksek eğitim sisteminin ürünüdür” sözleriyle anlatmaktadır. Mühendise yüklenen bu toplumsal kimliğin ağırlığını, Türkiye’nin ilk yol mühendisi Rıfat Alpöge’nin oğlu Atilla Alpöge’nin (1998: 24) babasını anlattığı kitabındaki “O yıllarda Türkiye’de bir mühendisten her şeyi yapması bekleniyordu. Mühendisler, Cumhuriyet Türkiye’sini inşa edecek, mucizeler yaratacak insanlardı” sözlerinde görmek mümkündür.
Bu dönemde Türkiye’de mühendis-mimar sayısı elbette çok azdır, 1923’lerde 500 dolayında olduğu tahmin edilmektedir (Güvenç, 2006: 17). Açığı kapamak için hızla mühendislik eğitiminde düzenlemelere gidilmiş, yurtdışına öğrenciler gönderilmiş, yurtdışından öğretim elemanları getirtilmiştir. 12 Mayıs 1927 gibi çok erken bir tarihte Mimarlık ve Mühendislik Hakkında Kanun’un TBMM’de kabul edilmesi bu alana verilen önemin bir göstergesidir.[2] Mühendislik fakültelerinin hızla çoğalması ve bölümlerin çeşitlenmesi, mühendis sayısını kısa sürede arttırmıştır. TMMOB’nin kurulduğu 1954 yılında mühendis-mimarların sayısının 6829’a ulaştığı tahmin edilmektedir (Güvenç, 2006: 29). Bu sayı, on yıl kadar kısa sürede iki buçuk katına çıkarak 1965’te 17.700’e, 1975’te ise 49.900’e ulaşmıştır (Göle, 2004: 115).
1960 sonrası özel sektörde ücretli çalışma oranı artar ve mühendisler emeklerinin metalaşması sürecinin sonuçlarıyla tanışmaya başlarken, ayrıcalıklı toplumsal kimlikleri de aşınmaya yüz tutmuştur:
Mühendislerin, dönüşen konumlarını görmeyi reddederek mesleklerinin tarihsel değerine sığınmaya kalkmaları, hem “ücretli emeğin kötü etkilerinden korunma ideolojisidir” hem de tam da bu nedenle bu sorunlar karşısında ortak bir emekçi bilinci oluşturmanın önünde bir engeldir.
Mesleki rolleri devamlı artan mühendislerin, 50’li yıllardan itibaren dünya ekonomisine açılma, uluslararası sermaye ve bireysel girişimlerin özendirilmesiyle, kısacası kapitalist gelişme tarzına geçilmesiyle birlikte siyasal alandaki önemleri azalır (Göle, 2004: 114).
Mühendisin toplumsal kimliğine ilişkin, tortuları kolektif belleklerimizde mutlaka kalmış olan bu tarihsel sürecin, mühendislik alanının doludizgin işçileştiği günümüzde, profesyonel haklara, meslekçiliğe daha sıkı sarılmak gibi bir refleksi beslediği düşünülebilir. Mühendislerin, dönüşen konumlarını görmeyi reddederek mesleklerinin tarihsel değerine/önemine sığınmaya kalkmaları, hem Tülin Öngen’in ifade ettiği gibi “ücretli emeğin kötü etkilerinden korunma ideolojisidir” (2000: 72) hem de tam da bu nedenle bu sorunlar karşısında ortak bir emekçi bilinci oluşturmanın önünde bir engeldir. Üstelik “işçinin arkasına yaslanıp “Sonunda, eğitildim. Kabul edilmiş bir mesleğim var. Artık rahatlayıp, sadece işimi yapabilirim” dediği bir noktanın da asla mevcut olmadığı bir dünya” (Huws, 2006: 59) olan esnekleşmenin ve güvencesizleşmenin dünyası mesleklerimizle kurduğumuz ilişkiyi altüst ettikçe, bu tür “sığınaklarda” güvenli bir varoluş bulmak daha da zorlaşacaktır.
Mühendisin mesleğiyle kurduğu ilişkide yara açan bir diğer nokta, yine mesleğin tanımında yer alan “kamu yararı” (bu kavram da Aydınlanma düşüncesinin ürünüdür) amaçlayan bir faaliyet olma niteliğinin kapitalist ilişkiler içinde ortadan kalkmasıdır. Bu noktada Charles Derber, nitelikli emeğin yaşadığı işçileşmenin özgün bir biçimi olduğunu ileri sürdüğü “ideolojik proleterleşme” kavramını geliştirmiştir. Derber’e göre, işçinin rasyonelleştirme süreçlerine maruz kalarak emek süreci üzerinde denetimi yitirmesi teknik proleterleşmedir. Derber, 1983 yılında yazdığı “Profesyonelleri Yönetmek” başlıklı makalesinde profesyonel kesimin henüz bu durumu yaşamadığını, ancak ileride yeni teknolojilerin onların bilgi tekelini kırmasıyla, niteliksizleşme üzerinden bir teknik proleterleşmeye maruz kalabileceklerini belirtmiştir. Öte yandan işin amacı (üretilen ürün, o ürün üzerinde tasarruf hakkı vb.) üzerinde denetimi yitirmek Derber’ce ideolojik proleterleşme olarak tanımlanmıştır: “Profesyonellerin ideolojik proleterleşmesi işverenlerinin çıkarlarınca belirlenmiş amaçlara yönelmelerini gerektirir” (Derber, 2010: 12). İşveren çıkarlarının bilimsel-teknik bilginin gerekleriyle çelişmesi durumunda mühendisin işinden olmamak için işverenin isteğini yerine getirmesi, ideolojik proleterleşmenin en belirgin örneğidir ve yaygın olarak yaşanmaktadır.
İşveren çıkarlarının bilimsel-teknik bilginin gerekleriyle çelişmesi durumunda mühendisin işinden olmamak için işverenin isteğini yerine getirmesi, ideolojik proleterleşmenin en belirgin örneğidir ve yaygın olarak yaşanmaktadır.
İnşaat, madencilik, kimya, enerji gibi iş güvenliğinin önemli olduğu sektörlerde mühendislerin içine düştüğü bu açmazın acı sonuçlar doğurabildiği bilinmektedir. Derber, böyle durumlar karşısında mühendislerde iki çeşit tepkinin geliştiğinden söz eder: Duyarsızlaşma, yani ürettiği işin toplumsal karşılığıyla ilgilenmeme, bu karşılığı üstlenmeme ve ideolojik bütünleşme, yani çalıştığı kurumla özdeşleşerek kendi ahlaki değerlerini kurumsal zorunluluklarla çelişmeyecek şekilde tanımlama. Her iki tepkinin de mesleki sorumluluk, meslek etiği gibi kavramlarla ters düştüğü açıktır. Buna rağmen yaşanan bu durum, hem bu mesleklerin toplumdaki saygınlığını hem de kişinin mesleğiyle kurduğu ilişkiyi zedeleyerek işçileşmenin bir başka yüzünü bize göstermektedir.
Hep O Soru: Ne Yapmalı?
Mühendislik alanında yaşanan işçileşmeyi farklı görünümleriyle ortaya koyma niyetiyle yazılmış bu yazıda çözüm önerileri geliştirmek, hem bu yazının amacını aşacaktır hem de başlı başına bir çalışmanın konusu olacak önemdedir. Ancak yine de burada kısaca aktarılmaya çalışılmış gözlem ve araştırmalar ışığında bence apaçık görünen bir noktayı sözü fazla uzatmadan belirtmek isterim: Türkiye’de mühendisleri temsil eden toplumsal örgütlenme şu an için meslek odalarıdır. Ancak sınıfsal konumları itibariyle farklı kesimleri barındıran, profesyonellik yaklaşımına göre yapılanmış ve ağırlıklı olarak meslek ve ülke sorunları üzerinden politika geliştiren meslek odalarının, işçileşme ve onun alt başlıkları olan işsizlik, güvencesizleşme, değersizleşme vb. konularda yapabilecekleri sınırlıdır. Örneğin yukarıda belirtilen “yetkin mühendislik” sistemi tartışmalarında mühendislik meslek odalarının, bu uygulamanın mühendis emek gücünü değersizleştiren, ucuzlatan niteliğini ortaya koymak, buna karşı çıkmak yerine bu sistemi savunmaları, hatta bizzat uygulayıcısı olmak istemeleri, kapitalizmin yarattığı çok boyutlu dönüşümleri meslekçi bakış açısıyla kavramada gidilecek yolun son derece sınırlı olduğunu göstermiştir. Mevcut durum, mühendislik alanında sınıfsal örgütlenmeleri ve sınıfsal politikaları gerektirmektedir.
Bunun örgütlenme alanındaki karşılığı olan sendikalaşma konusunda Türkiye’deki durum özetle mühendislerin iş kolu sendikalarında üye olarak bulunabilmeleri, ancak toplu iş sözleşmelerinden yararlanamayan kapsam dışı personel sayılmaları biçimindedir. Toplu sözleşme hakkından yoksun bir sendikalılığın anlamlı olmayışı, mühendisler arasında yaygın olan, sınıf politikalarına mesafeli, örgütlenerek hakkını aramaktan ziyade bireysel pazarlıklarla durumunu iyileştirmeye yatkın anlayışla birleştiğinde, mühendisler arasında sendikalaşma oranı son derece küçük rakamlarla sınırlı kalmaktadır.
Öte yandan Türkiye’nin de içinde olduğu birçok ülkede emek mücadelesinin yükseldiği dönemlerde mühendislerin de siyasi bir hareketlilik içine girdiği görülmüştür. Türkiye’de 70’li yıllar boyunca teknik çalışanlar arasında sendikalaşma/dernekleşme çabası sürdürülmüş, 1970 yılında Teknik Personel Sendikası (TEKSEN) kurulmuş; 12 Mart döneminde bu sendika kapatılınca önce Türkiye Teknik Elemanlar Birliği (TÜTEB), ardından Tüm Teknik Elemanlar Derneği (TÜTED) açılmıştır. 1973-80 yılları arasında TMMOB’ye de mühendislerin çıkarlarını ve mücadelesini işçi sınıfıyla ortak gören bir yaklaşımın egemen olduğu görülmektedir. 1974, 75 ve 76 yıllarında Teknik Eleman Kurultayları düzenlenerek mühendisler ve teknik elemanlar için grevli, toplu sözleşmeli sendika hakkı talep edilmesi; 19 Eylül 1979’da TMMOB’nin öncülüğünde kamu ağırlıklı 740 işyerinde bir günlük iş bırakma eylemi yapılması, o dönemde mühendislerin toplumsal mücadelenin bir parçası olarak yürüttükleri siyasi eylemliliklerinden bazılarıdır.
Aynı şekilde Fransa’da da 1. Dünya Savaşı’nın ertesinde ücretli mühendislerin sendikal hareketi ortaya çıkmış; 1960’lı yılların canlı politik mücadele ortamı içinde hareketlenmiştir. Mühendisler bu dönemde birçok greve ve protesto gösterisine katılmış, aktif bir sınıfsal mücadelenin içine girmişlerdir. Yine Almanya’da, sol politik mücadelenin yükseldiği 1900 başlarında, 1904 yılında, ilk mühendislik sendikası Butib kurulmuştur. Ücretli mühendislerin bir sınıf çelişkisinin tarafı olduğunu savunan Butib, Alman tarihinin ilk beyaz yakalı grevini gerçekleştirmiştir. Mühendislik ücretlerinin yükselmesi ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi için mücadele etmiştir. 1919’da kurulan ve yine sınıf siyaseti yürüten Budaci sendikası ise, 1920 yılında kamuda çalışan mühendislerin ücretlerini ve çalışma koşullarını düzenleyen, ayrıca icatların telif hakları konusunda yasal düzenlemeler getiren bir toplu sözleşme yapmayı başarmıştır. İngiltere’de de 1960 ve 70’ler “beyaz yakalı” tabir edilen ücretli kesimin sendikalaşmasının hız kazandığı yıllardır. Bu sendikalar arasında DATA (Draughtsmen and Allied Technicians Association) gibi sınıf bilinci uyandırmaya çalışan, işçi sendikalarıyla işbirliğini savunanlar olduğu gibi, ASTMS (Association of Scientific, Technical and Managerial Staff ) gibi mühendislerin orta sınıftan olma algısını kuvvetlendiren bir çizgi tutturanlar da vardır.
Toplu sözleşme hakkından yoksun bir sendikalılığın anlamlı olmayışı, mühendisler arasında yaygın olan, örgütlenerek hakkını aramaktan ziyade bireysel pazarlıklarla durumunu iyileştirmeye yatkın anlayışla birleştiğinde, mühendisler arasında sendikalaşma oranı son derece küçük rakamlarla sınırlı kalmaktadır.
Teknik elemanların ücretli kesim içinde hem sayıca çoğalmaları hem de giderek ayrıcalıklı konumlarını yitirerek işçileşmeleri, bu kesimlerin emek mücadelesi içindeki rolüne ilişkin kimi görüşleri de beraberinde getirmiştir. Örneğin Andre Gorz, mühendis ve teknik adamların ücretli olduklarını, özerk olmadıklarını anladıklarında, işçi sınıfıyla kaynaşarak sermayeye karşı bir muhalefetin öznesi olacağını belirtmiştir (aktaran Göle, 2004: 58). Serge Mallet ise 1963’te yayımladığı Yeni İşçi Sınıfı başlıklı çalışmasında, mühendislerin bir bölümü de içinde olmak üzere teknik elemanların yeni bir işçi sınıfı oluşturduğunu ileri sürmüştür. Gelişmiş kapitalist endüstrilere özgü olan bu sınıf işçi aristokrasisinden farklıdır (Mallet, 1963: 69). Bir yandan kapitalist üretimin rutinleşme ve yabancılaşma olgularına maruz kalan bu kesim, diğer yandan bilgi birikimi ile bu olguların farkına varabilir ve kapitalizmi sorgulayacak bir muhalefete öncülük edebilir. Tüm bu görüş ve deneyimlerin incelenmesi ufkumuzu açarak düşüncelerimizi zenginleştirecektir.
Mühendislik alanında yaşanan işçileşmenin her geçen gün daha görünür olması, bu alana özgü sınıf politikaları ve sınıf örgütleri, ortak bir emek mücadelesinin araçları, farklı sendikalaşma yaklaşımları, nitelikli emek alanlarında disiplinler arası çalışma ve benzeri konuların tartışmaya açılmasını gerektirmektedir. Bu alanda örgütlü olan yapıların böyle bir süreçte yapacağı en anlamlı katkı ise bu tartışmaları mühendislerin gündemine taşımak olacaktır.
KAYNAKÇA
Aksu Kaya, E. (2011) Emek Süreçlerinde Dönüşüm ve Mühendis Emeği, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi SBE.
Alpöge, A. (1998) “Bir Yol Mühendisi: Rıfat Alpöge”, O. Baydar ve G. Dinçel (der.), 75 Yılda Çarkları Döndürenler içinde, İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları, 23-31.
Ansal, H. (2000) “Dünyada Teknolojik Değişim ve Mühendisler”, Toplum ve Bilim Dergisi, 85, 36-46.
Artun, A. (1999) Fordizmin ve Mühendisin Dönüşümü. Ankara: TMMOB Yayınları,
Artun, A. (2000) Mühendis 1975-2000, Toplum ve Bilim Dergisi, 85, 47-59.
Barber, B. (1996) “Meslekler Sosyolojisinde Bazı Sorunlar”, Z. Cirhinlioğlu (Ed.) Meslekler ve Sosyoloji içinde, Ankara: Gündoğan Yayınları, 43-65.
Crawford, S. (1996) “The Making of the French Engineer”, P. Meiksins ve C. Smith (der.) Engineering Labour içinde, Londra: Verso, 98-131.
Derber, C. (2010) Profesyonelleri Yönetmek, Çev.: A. Gelmez, TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Ankara Şubesi.
Drucker, P. F. (1993) Kapitalist Ötesi Toplum, Çev.: B. Çorakçı, İstanbul: İnkılap Kitabevi.
EMO (2009) Bilişim Alanının Değerlendirilmesi ve Bilişim Alanında Örgütlenme, İzmir.
Ercan, F. (2006) Eğitim ve İstihdam Politikalarına Toplu Bir Bakış, http://www.sendika.org/ yazi.php?yazi_no=6197, erişim tarihi: 2 Aralık 2011.
Ercan, F. (2007) Modüler İnsana Doğru: Yetkin Mühendislik. http://www.sendika.org/ yazi.php?yazi_no=11240 erişim tarihi: 5 Aralık 2011.
Ercan, F., D. Gültekin-Karakaş ve K. Tanyılmaz (2008) “Türkiye’de Sermaye Birikimi, Sanayileşme Politikaları ve Sektörel Değişimler”, G. E. Arslan (der.) Çeşitli Yönleriyle Cumhuriyetin 85’inci Yılında Türkiye Ekonomisi içinde, Ankara: Gazi Üniversitesi Hasan Ali Yücel Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayın no: 4.
Göle, N. (2004) Mühendisler ve İdeoloji, İstanbul: Metis Yayınları.
Güvenç, K. (2006) Yasaların İçinden TMMOB’nin Öyküsü, Ankara: TMMOB Yayınları.
Huws, U. (2006) "Ne İş Yapacağız? “Bilgi-Temelli Ekonomi”de Mesleki Kimliklerin Yıkımı”, Monthly Review Dergisi, 2, 47-63.
Lasserre, H. (1989) Le Pouvoir de l’Ingénieur, Paris: Editions l’Harmattan.
Mallet, S. (1963) La Nouvelle Classe Ouvrièr,. Paris: Editions du Seuil.
Marx, K. (2011) Kapital I. Çev.: M. Selik ve N. Satlıgan, İstanbul: Yordam Kitap.
Narin, Ö. (2008) Teknolojik Değişim: Türkiye’de Üretim Araçları Üretimi (1996-2005) Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi SBE.
Oppenheimer, M. (1996) “Profesyonelin Proleterleşmesi”, Z. Cirhinlioğlu (der.) Meslekler ve Sosyoloji içinde, Ankara: Gündoğan Yayınları, 151-168.
Öncü, A. ve A. H. Köse (2000) Kapitalizm, İnsanlık ve Mühendislik, Ankara: TMMOB Yayınları.
Öngen, T. (1996) Prometheus’un Sönmeyen Ateşi, İstanbul: Alan Yayıncılık.
Öngen, T. (2000) “Teknik Emekgücünün Sınıfsal Profili”, Toplum ve Bilim Dergisi. 85, 60-76.
Sönmez, M. (1999) “75 Yılın Sanayileşme Politikaları”, O. Baydar (der.) 75 Yılda Çarklardan Chip’lere içinde, İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları, 1-19.
Taylor, F. W. (1997) Bilimsel Yönetimin İlkeleri, Çev.: B. Akın, Konya: Çizgi Kitabevi.
TMMOB (2006) TMMOB ve Mühendislik Eğitimi, Ankara.
TMMOB (2009) Türkiye’de Mühendis Mimar Şehir Plancısı Profil Araştırması, Ankara.
Veblen, T. (2011) Mühendisler ve Fiyat Sistemi, Çev.: B. Özçorlu, Ankara: EMO Yayınları.
Yaşot, B. (2009) Türkiye’de Birikim Sürecinin Değişen Yapısının İstihdam ve Eğitimdeki Yansımaları, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi SBE.
Yentürk, N. (2008) “İmalat Sanayi: Gelişimi, Yapısı ve Rekabet Gücü”, G. E. Arslan (der.) Çeşitli Yönleriyle Cumhuriyetin 85’inci Yılında Türkiye Ekonomisi içinde, Ankara: Gazi Üniversitesi Hasan Ali Yücel Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayın no: 4.
[1] Çoğu kaynakta mühendislik bu şekilde tanımlanmaktadır: “Bilimsel ilkelerin, doğadaki kaynakların en verimli biçimde yapılara, makinelere, ürünlere, sistemlere ve süreçlere dönüştürülmesi amacıyla uygulamaya konması sanatı” (Ana Britannica Genel Kültür Ansiklopedisi); “Doğada var olan potansiyelin, temel ve uygulamalı bilimlerin kullanılmasıyla faydalı hale getirilmesi” (ASME-American Society of Mechanical Engineers); “Eğitim, deneyim ve uygulama ile edinilen matematik ve doğa bilimler bilgisinin, doğal güç ve kaynakların insanlık yararına ve sürdürülebilirlik ilkeleri dikkate alınarak ve mühendis etiği gözetilerek kullanılması için yöntemler geliştirilme uğraşı” (TMMOB ve Mühendislik Eğitimi, 2006: 19) vb.
[2] 1938’de bu kanun yürürlükten kaldırılarak, bugün de yürürlükte olan 3458 sayılı Mühendislik ve Mimarlık Hakkında Kanun kabul edilmiştir. Son dönemde yeni bir mühendislik-mimarlık yasasının hazırlanmakta olduğu basında yer almaktadır; ancak henüz içeriği kamuoyu ile paylaşılmamıştır. Bu alandaki dönüşüm, yeni bir yasa ihtiyacını ortaya çıkaracak kadar kapsamlı hale gelmiştir.